Bu yazım gelen bahar ile birlikte yakında İstanbul boğazını baştan sona kaplayacak erguvan ağaçları için gelsin. Erguvan ki neşe demek, coşku demek, aşk demek. Erguvan ki bir şenlik, bir festival ve İstanbul’un gönlündeki tek karnaval. İçimdeki çocuk, gençliğim ve gönlümün hiç durmadan yağan yağmuru. Uçsuz bucaksız bir halı misali yerlere serilmiş aşkın en kısa hali. Doyamadan terkedip gidişlerin, bekleyip bekleyip de çarçabuk kaybetmenin sıkıntısı ve acısı ile yanan, kızaran kalplerin simgesi. Erguvanlar, ahh erguvanlar bu bahar da gönlüme yağacaklar.
Her şey aslına bakarsanız onunla başlamıştı. Sanki gelen baharın ve daha sonra gelecek olan nice baharların da habercisi gibiydi. Lise son, beden dersi, kızlar soyunma odasındaydık ve sıkış tepiş hepimiz bir arada giyinirken arka fonda birinin getirdiği teypten gelen o ses adeta ruhumuza işliyordu. Tabi o zamanlar bunun sadece bir başlangıç olduğunu bilemezdik ama zamanla hepimiz öğrenecektik. Arnavutköy sırtlarındaki eski köşkte (Eseniş Lisesi) o bahar da yer gök pembe erguvan ağaçları ile yıkanırken biz geçmişe ait, eski ve donuk şarkılardan daha farklı bir ses ve nefes duyuyorduk ruhumuza hitap eden. Bu sefer sanırım her şey daha bir farklıydı ve gönlümüze doğan bunca soru kim bilir ne zaman cevap bulacaktı?
Anladım gidiyorsun daha öncekiler gibi
Hiç olmazsa son bir defa öp
Bu kadar zor mu seni sevdim bir zamanlar demek?
Öyle zor ki yeniden sevmek
Susma veda ederken
Biraz gül, bir şey söyle giderken
Gitme, hemen gitme kal
Biraz dur, daha erken.
diyordu Aşkın Nur Yengi ve sonunda da “Kaaaallll” diye bir haykırıyordu ki sanırsınız o pembe erguvanlar hepimizin gönlüne yağı yağıveriyor. Demek ki bir giden vardı bir de kalan bu hayatta. Bir susan bir de konuşan olduğu gibi. Ne çok konuşmuş, ne çok susmuştuk acaba? Kaç kere gitmiş, kaç kere de kalmıştık mesela? Şahsen saymadım. Nitekim yıllar sonra Aşkın Nur Yengi’ye tutkuyla bağlı olan Ferda Anıl Yarkın susmayı değil konuşmayı tercih ettiğinde ise bakın ne diyordu:
Sonuna kadar geldim AŞKIN
Kavuşamadım ben sana
Yetişemedim ben sana
Anlatamadım derdimi
Ağla gönlüm ağla
Yazık ettin yazık
Kendinden çok bana
Gücüm kalmadı artık
Her yokluğunda
Aylar geçse de yıllar gecse de
Bir ömür böyle bitsede
Ben seni unutamam…
Yaaa dostlar, gitmek, kalmak bir yana bir de kavuşamamak vardı hayatta. Acı ama gerçek. Peki, aşkı vuslat mı bitiriyordu acaba? Vuslatsız aşk olur muydu yoksa? Ya da vuslatsız aşk kimin içindi? Sorular, sorular, sorular.. Ahh, o pembe erguvan ağaçları ile dolu bahçelerin bahar tembelliği. Ahh, o ılık meltemlerin yalayıp geçtiği Arnavutköy kıyıları ve her bahar gönlüme dolan çiçeklerden en güzeli erguvan. İstanbul’un, baharın ve yeni başlangıçların simgesi olan o erguvan ağaçlarının dili olsa da konuşsa. Şimdi geriye dönüp baktığımda o günler benim için bir rüyadan farksız. Bu hikayenin gerisini yazamıyorum lakin dilim varmıyor ve izninizle susma hakkımı kullanıyorum. Gerçi söylenecek çok şey var ama şimdilik gitmeyi tercih ediyorum taa ki bir kal diyen çıkana kadar. Bir daha buluşur ya da kavuşur muyuz? O da bir muamma. Yani size hiç bir şey vadetmiyorum. Siz hiç koşulsuz ve beklentisiz birini sevdiniz mi? Bu bahar da Boğaz’da erguvanlara karşı çayınızı, kahvenizi yudumlarken sorduğum tüm bu soruları düşüne durun. Sevgili dostlar, hepiniz için aşk olsun ve gönlünüzdeki erguvanlar solmadan her daim hayat bulsun.
Gülnur der ki
Sedacım ne güzel yazmışssın yine duygulara tercüman olmuşssun. Yazmaya devammm???
Seda Kiriş der ki
Canım Gülnurcuğum; çok teşekkür ederim. Desteğin ve yüreklendirmen üzere açılmış olan bu blogun mimarı sensin. Seni çok özledim..
Ali ihsan Konuklu der ki
Yaşanmışlıktan güzel bir yazı
Seda Kiriş der ki
Çok teşekkür ediyorum..