Geçen Pazar günü kızımı okuldan almaya gittim. Yasemin’in son zamanlardaki hobisi Cambridge Üniversitesinin tüm dünyada uyguladığı İngilizce yeterlilik sınavlarına katılarak bu konudaki rüşdünü ispatlamak. Her ne kadar “Kızım bak bu yıl bu sınava girmene aslında pek gerek yok, olmadı gelecek yıl girersin.” desem de o gözlerini ısrarla belerterek “Nasıl gerek yok? Ben bu yıl PET sınavına gireceğim sistemden geri kalamam.” diye diretiyor. Bizlerin daha geç yaşlarda tanıştığı bu tarz sınavların yeni jenerasyon için bir çerez halini aldığı meselesine girersek çıkamayız lakin durum gençler için şöyle bir hal almış durumda dostlar: Sınav mı var? İtina ile hazırlanır ve girilir.
Sistem adamı olmuş durumda çocuklar ve gençler. Kafalarını kaldırmaksızın beyaz kağıtlar üzerine yazılı çoktan seçmeli soruları cevaplayıp muhakkak başarılı olduklarını görmek istiyorlar. Buradaki sıkıntı ise bu sınavlarda başarılı olan öğrencilerin bir çoğunun ne yazık ki hayatta da her konuda başarılı olacakları yanılgısı içine düşmeleri. Sınavlar bugünlerde gençlerin hayatının merkezine öyle oturmuş ki dostlar, başarısız çocukların durumu daha da vahim. Belki farkında değilsiniz ama onlar maalesef değersizlik duyguları ile büyük bir bunalımın içinde hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlar. Hiç bir işe yaramadıkları kanısına kapılarak büyük bir depresyon içinde akranları arasında ezilip giden bu gençlere birilerinin hayatın sadece bu sınavlardan ibaret olmadığını anlatması gerekiyor.
Şimdi dönüyorum tekrar başa Pazar günü Yasemin’i okuldan almaya gittim demiştim. Bir taksi aldık eve geçerken tabi o da bana sınavı ballandıra ballandıra anlatmaya başladı. Olayı gözünde ne kadar büyüttüğünü, aslında sınavın çok kolay olduğunu, bunun böyle olduğunu bilse bu kadar endişe duymayacağını açıklarken birden bambaşka bir konuya geçerek gece yarısı yanan ev ve sokak lambalarından, yapay gölden filan bahsetmeye başladı. “Pardon, Yasemin biz bu konuya nereden geldik?” diye sorunca da tekrar başa sardı ve şöyle devam etti.
Anneciğim dün biz babam ile İstanbul trafiğinden bir türlü çıkamadık, tam üç saatimizi aldı eve varmak. Eve doğru yaklaştığımızda hava kararmıştı ve yakınlarındaki yapay gölün kenarına doğru arabayı sürmeye başladık. O zifiri karanlıkta yapay göl simsiyah bir boşluk olarak önümüzde duruyordu ve hayli ürkütücüydü. Uzaklarda gölün hemen bittiği yerde ise irili ufaklı evlerin ışıkları görünüyordu. Eve yaklaştıkça etraf daha da aydınlandı ve o kapkaranlık ürkütücü yapay göl o denli korkutucu olmaktan çıkarken ışıkların sadece evlerden gelmediğini aslında sokaklar, parklar ve mağazaların da etrafı aydınlattığını fark ettim.
Tabi benim kafam yine bir hayli karışık “Dur, dur bir dakika kızım biz senin İngilizce sınavından bahsediyorduk şimdi bu ne alaka?” diye sorunca da şöyle söyledi: “Anneciğim; demek istediğim şu; uzaktan baktığında her şey çok ürkütücü geliyor insana ve bazen herhangi bir olay veya durum çok farklı da görünebiliyor ama tabloya yaklaşmaya başladığında hem korkun azalıyor hem de o kuş bakışı ve flu bir şekilde gördüğün her şey netleşiyor. Aslında hiç bir şey göründüğü gibi değil biliyor musun anneciğim. Bu insanlar için de geçerli. Uzaktan çok korkunç gördüğün, yaklaşamadığın bir çok insanı tanıma fırsatı bulduğunda aslında aksine ne kadar iyi ve anlayışlı olduklarını görüyorsun ama sana uzaktan çok aydınlık ve sıcak görünenlerin yanlarına yaklaştığında ise bu enerjilerini ve ışıklarını bazen sokaklar, mağazalar ve parklar gibi etrafından çalarak sana yansıttığını ve senin gerçek dostun olmadıklarını veya seni gerçekten sevmediklerini anlıyorsun.”
Haydaaaa Pazar Pazar Atilla Mayda. Vallahi bunca yıl ve yaşananlardan sonra bu sabah bunu kaldıramam. Vallahi yapamam, şu an hiç havamda değilim. Yahu şimdi benim kafam alışverişte. Ayarlamışım kendimi uçak moduna o an ruhum ve bedenimdeki bir çok aplikasyonum da kapalı mağazalara ışınlanmak derdindeyim, çocuk ise bana Pazar Pazar damardan giriyor. Heyhattt ayyyyttttt..
Tabi önce durup bir yutkunuyorum, ruhumdaki bir saliselik es ve içimden sessiz sedasız çektiğim bir “Ahh” bedenimin iç çeperinde bomba gibi patlıyor. Sonra içimden hayat akışında yine alkış isteyen nadir anlardan biri geldi derken sadece “Aferin, nasıl güzel ve anlamlı bir bağlantı kurmuşsun kızım.” diyebiliyorum. Ve ardından derin bir sessizliğin içine gömülüyorum.
Sevgili dostlar biliyor musunuz insan o yüklü duygu gönlüne çöktüğünde susar. Ve hatta ebediyen susar. Susmak ve susamak.. Bazen insan ötekine deli gibi susar. Sustukça susar ardından susadıkça susar. Kim ne derse desin susmak da büyük bir sınavdır aslında. Susmak bir erdemdir, bir devrimdir, bir meşale. Anı dikili bir taş gibi belirleyen, insanın varlığını heykel misali sabitleyen bir mühürdür susmak. Ve evet, ne yazık ki hayatta bir çok olay ve ne acıdır ki insan da göründüğü gibi değildir. Birileri anlatmalı bunları gençlere. Hepimiz anlatmalıyız bunları birbirimize. Sınavlar sadece kağıt ve kalemlere hapsedilmemiştir. Aşk da bir sınavdır misal, nefret de..
Hank der ki
I love you without knowing how, or when, or from where. I love you simply, without problems or pride: I love you in this way because I do not know any other way of loving but this, in which there is no I or you, so intimate that your hand upon my chest is my hand, so intimate that when I fall asleep your eyes close.
Pablo Neruda
Seda Kiriş der ki
???